Başlarken…

To read in english, press here,

Pour lire en français, tapez ici,

https://www.facebook.com/drseda.ozturk

Bütüncüllük Arayışında…

Bu yazının amacı, “Bütüncül Tedavi” kavramının ne ifade ettiğini açıklamak, yıllar içinde gelişen bu yaklaşımın bende nasıl ortaya çıktığına ve bunu ne şekilde kullandığıma açıklık getirmektir. Yazı sadece kişisel hikayemin bir kısmını ve deneyimlerimi içermektedir ve bir derleme ya da makale benzeri bilgiler içermez. 2001-2015 yılları arasında aldığım eğitimler sonucu ortaya çıkan ve çeşitli tedavi yöntemlerinin birleşimi olan bir yaklaşımın bazı parçaları anlatılmaktadır.

Dermatoloji ihtisası süreci benim için sadece bir branşta uzmanlaşma konusu değildi. Daha ziyade belli bir branşta özelleşirken, bu sırada yapılan gözlemler ve bütünü daha iyi anlayabilmek adına verilen çabalar bütünüydü. Çünkü bir parça üzerinde çalışırken, o parçanın bütünün diğer parçalarıyla olan bağlantılarını gözlemek mümkündür. Bir süre sonra konu aslında sadece o parçaya ait olmaktan çıkar çünkü her parça bütünün bilgisini içerdiği için yaklaşım ve anlayış her daim bütüne aittir.

Başkent Üniversitesinde ihtisas yaparken, aralıksız olarak poliklinikte çalıştığım dönemlerde ve sonrasında da uzun süre yine aynı şekilde görev yaptığım özel sektörde on binlerce hastayla görüşme ve her biriyle uzun uzun sohbet etme fırsatım oldu.

Bu süreçleri yaşarken dikkat ettiğim başlıca unsur, belli türdeki hastalıkların belli mizaçtaki kişilerde ortaya çıkıyor olmasıydı. Tekrar tekrar aynı hikayeleri dinleme nedeniyle giderek belli bağlantılar kafamda oluşuyordu. Fiziksel hastalıkların psikolojik yapılar ve duygularla bağlantılarını bulmaya çalışıyordum.

Daha da önemlisi, birbiriyle ilgisiz gibi görünen pek çok semptom ya da hastalığın, aslında aynı duygusal, psikolojik temele dayalı olduğunu keşfettiğim durumlardı. Yani farklı hastalıklar gibi görünen hastalıklar ortak bir psikolojik kökene bağlı olabiliyorlardı.

İhtisas dönemim biter bitmez hemen önce lisansüstü eğitim yapabilmek için sınava girdim ve Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde Fitoterapi bölümüne kabul edildim.

Bu eğitim devam ederken tamamlayıcı tıp alanındaki araştırmalarım da devam ediyordu ve araştırmalarım sırasında Akupunktur ile tanışınca bu tedavi yöntemini de öğrenmeye karar verdim. Yine başka bir sınav ve ardından Gazi Üniversitesinde Akupunktur eğitimine başladım.

Pek çok felsefeyi okumuştum ancak Geleneksel Çin Tıbbı’nın dayandığı Yin/Yang prensibini anladığımda çok etkilendim. 5 element kavramını ve nasıl kullandığını öğrendiğimde, daha önce hastalarımın bana anlattığı ve Batı Tıbbı perspektifinden bakıldığında anlamsız gelen pek çok şey, birdenbire anlam kazanmıştı. Batı Tıbbının bilgi ve yöntemlerini artık Geleneksel Çin Tıbbı ile birlikte kullanabilir hale gelmiştim.

Geleneksel Çin Tıbbı eğitimi Çin’de Üniversite seviyesinde verilmektedir ve Akupunkturun yanı sıra Çin Bitkileri ile tedavi, Tuina Masajı, Qigong gibi başka yöntemleri de kapsar. Ben de Geleneksel Çin Tıbbının diğer parçaları hakkında araştırmaya başladım.

Bu konuyla ilgili daha da çok bilgi edinmek istiyordum. Böylece Çin’e gitme fikri ortaya çıktı. Hazırlıklarımı yaptım, gündelik hayatta ihtiyacım olacak kadar Çince öğrendim ve Nanjing Geleneksel Çin Tıbbı Üniversitesi’ne doğru yola çıktım. Çin Tıbbı kendi içinde bütüncül bir bakıştan doğan ve varoluşu ve içindeki her parçayı birbiriyle bağlantılı kabul eden bir sistem olmasına öyle, ancak çağın bölüp parçalama etkisi Çin’de de yaşamın her alanında çok yoğun yaşanmaktaydı.

Çin seyahatimin bana sağladığı en büyük yararlardan biri, kulak akupunkturu konusunda derinleşmem gerektiğini anlamam oldu. Kulak akupunkturu, Çin sisteminin içinde olmasına rağmen bu konuyu daha iyi incelemiş olan ve batı tıbbının nörolojik bilgilerini de kullanarak sistematize eden kişi Fransız bir hekimdir. Adı Paul Nogier olan bu hekim, tüm dünyada Auriküloterapi (Fransız Kulak Akupunkturu olarak da anılır) yönteminin babası olarak tanınır. Akupunktur, psikoterapi, homeopati ve manipülatif tıp alanlarında çalışmıştır. Bu alanlardaki çalışmaları onun 1951 yılında Auriküloterapi yöntemini keşfetmesini sağlamıştır, 10 yıl sonra da Aurikülomedicine adını verdiği sistemi geliştirmiştir.

Paul Nogier’nin çalışmaları tüm dünyada iyi bilinmekte, Avrupa’da, Amerika’da hatta akupunkturun anavatanı olan Çin’de öğretilmekte ve kullanılmaktadır. Paul Nogier 1996 yılında vefat etmişti. Ancak kurduğu okulun (GLEM) başına kendi yetiştirdiği başka bir hekimi, oğlu Raphael Nogier’yi bırakmıştı.

Eğitimlere başlamak için hemen onlara yazdım. Ancak ufak bir sorun vardı. Eğitimleri Fransızca veriyorlardı. Zaman zaman İngilizce eğitimler de oluyordu ama genellikle program Fransızcaydı. Benim için fark etmezdi. Fransızca öğrenmeye başladım. 9 ay sonra Fransa’da eğitime başladım.

Paul Nogier kulaktan yapılan tedaviyi akupunktur sınırlarının ötesine genişletmiş ve vücutta belli frekanslara karşılık veren kulak ve deri alanlarını belirlemiştir. Ayrıca bu frekansların belli hücresel işlevlerle ilişkilerini de keşfetmiş ve bunlarla ilişkili hastalıkları ve tedavi yöntemlerini de belirlemiştir. Kulak beyni komutlamak için bir nevi kumanda merkezi gibi görev yapmaktadır. Küçük bir alandan maksimum etki sağlamak mümkündür.

Bu eğitim bana sadece kulaktan tedavi hakkında değil, bir de beslenme ve gıda duyarlılıkları konusunda yeni ufuklar açtı. Çünkü Dr. Raphael Nogier babasından farklı olarak  beslenme ve besin duyarlılıkları konusunda da yoğun bir şekilde çalışıyordu. Bunları tespit etmek için bazı yeni teknikler geliştirmişti ve geliştirmeye de devam ediyordu. Bu öğrendiğim yöntemler, alerji ve intoleranslar (duyarlılıklar) konusunda daha hassas teşhisler yapmama vesile oldu.

Geleneksel Çin Tıbbının önemli bir parçası olan Qigong eğitimi fırsatı ise Türkiye’de karşıma çıktı. Eğitim İstanbul’daydı ve bir Geleneksel Çin Tıbbı doktoru tarafından verildi. 2013-2014 yılları arasında bu eğitimin 3 basamağını tamamladım. İçeriğini ve hayatımdaki etkilerini anlatmak çok zor ama bu eğitim “kimyasal reaksiyonun oluşması için eşik değerin aşılması” gibi bir süreçti. Akupunktur’dan dolayı zaten aşina olduğum “Dengelenme” kavramı bu kez bir başka yönüyle önümde açıldı. Geleneksel Çin Tıbbında eksik kalan parça benim açımdan tamamlanmıştı. Kişiye özel tedavi ve dengelenme kavramı bu kez gerçekten fazlasıyla kişiye özel hale gelmişti.

Hipnoz eğitimine Qigong eğitimleri devam ederken başladım. Hipnoz yaşamımızın bütününü kaplar ve hipnoz eğitimi aslında kendi içinde yaşadığımız hipnozdan çıkabilmek için yolları gösterir. İnandığınız ve güvendiğiniz kişilerden gelen öneriler (olumlu ya da olumsuz) bile sizi hipnotize edebilir yani hipnoz hayatın tam içindedir zaten.

Tıbbi hipnoz kavramı ise sınırlandırılmış, odaklanmış ve sadece doktor ve klinik psikologların uygulamasına izin verilen bir alandır. Tıbbi hipnozda amaç kişinin arzu ettiği dönüşüme yardım etmek için iradesini güçlendirmek ve istenmeyen kalıplardan özgürleşmesine katalizör olmaktır. Kişinin bilinci tamamen yerindeyken, onu bir odaklanma (trans) haline geçirerek yapmayı istediği davranış değişikliklerini gerçekleştirebilmesi için telkin vermek mümkündür. Burada kimse kimsenin iradesini zapt edemez, sadece kişinin istediği dönüşümü sağlayabilmesi için öz kaynaklarına ulaşım şansı yaratılır. Kendi iradesini güçlendirebilmesi için destek sağlanır.

Tüm bu süreçleri anlatma sebebim, aşağıda yazdığım, insana ve hastalıklara bakışımın ne tür süreçler sayesinde şekillendiğini ifade etmektir.

İnsan varlığının fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal katmanları vardır. Her bir katmanın kendine göre bir işleyişi vardır ancak hepsi birbiriyle bağlantılıdır ve birbirini etkiler. Bu katmanlar, bir kürenin iç içe geçmiş tabakaları olarak kabul edilmelidir. Hepsi birlikte bir sistem oluştururlar ve bu sistem, tüm katmanlar arası ilişkilerle düzenlenir. İnsana dair herhangi bir olgu ya da sağaltım bu katmanların hiçbirinden bağımsız düşünülmemeli ve bütüncüllük arz edecek şekilde düzenlenmelidir. Sadece fiziksel düzeyde yapılacak bir yaklaşım ya da sadece düşünsel bir yaklaşım mevcut bir problemin kökenine inmekte ve sağaltmakta uzun vadede yetersiz kalacaktır.

İnsanın hiçbir organı ya da sistemi (hiçbir parçası), düşünceleri, duyguları ve yaşamsal deneyimleri birbirinden ayrık ya da farklı değildir.

Akıl ve beden iki farklı şey değildir, tek bir şeyin iki yönüdür. En basit gibi görünen bir problem bile bu bağlamda değerlendirilmelidir. Sadece tek tek problemlerle uğraşmak da çoğu kez yeterli olmayabilir, mevcut tüm problemlerin birbirleri arasındaki bağlantılarını kurmak, mümkünse onları ortak kökenlerde buluşturmaya çalışmak ,sonra da doğru yaklaşımlarla sağaltmak gereklidir.

Burada sağaltıcı bu işi tek başına yapamaz, problemi olan kişinin de aktif katılımı gereklidir. İstek, sebat, sabır ve istikrar göstererek her seviyede kendi üzerinde çalışmak ve uygulamalar yapmak gerekliliği vardır.

Sevgiyle…

2 Comments

Yorum bırakın